1 Mart 2012 Perşembe

Bilinmeyene Mektup/Su'dan Şeyler

                                        
                              Bilinmeyene Mektup/Su'dan Şeyler
                                Gülistan Sinanoğlu          
                                                                               
Şükran Kozalı ile Eğreti Gelinler isimli romanı üzerine konuşurken, romanın yazılış öyküsünü anlatmıştı bana. Daha doğrusu yazmaya nasıl karar verdiğini. Kozalı, annesi ve başka bir akrabasıyla birlikte gittiği bir mezarlık ziyaretinde kitabın baş kahramanı olan Kostak Emine ile karşılaşmıştı. Kostak Emine o sırada, vaktiyle eğreti gelini olduğu adamın mezarını ziyaret ediyordu. Kozalı gördüklerinden çok etkilenmiş ve şöyle ifade etmişti; "Mezarın üzerindeki otları temizledi ve kucağında getirdiği mersinleri toprağa bıraktı. Mezar başında uzun uzun oturdu, toprağı okşadı. Adeta o mezarla sevişti. Ama bunu sadece ben gördüm..."
Yüzerken aklıma geliyor bu. Birisi de beni anlatsa mesela, şöyle diyebilir; "Suya atladı, onu kucakladı. Sarmaş dolaş oldular. Kadın mest olmuş bir şekilde onun kucağında yatıyordu. Adeta seviştiler ve bunu herkes gördü!"
Su hep olduğu gibi bugün de çok güzeldi. Kollarımı açtım ve su yüzeyine yattım. Sonra yüzdüm. Her zamanki gibi çok mutlu... Suya temas etmek olağanüstü güzeldi. Gülümsedim çoğunlukla. Orada aklıma ne geldi biliyor musun? Hani Titanik filminde bir sahne vardı filmle özdeşleşen. Geminin güvertesinde en uca çıkıp da kollarını açmıştı kız. Sevgilisi de ona sarılmış. Duruşlarını hatırlıyorsun değil mi? İşte ben de suda öyle durdum. Sırtüstü yattım ve kollarımı açtım. Gözlerim kapalıydı. Hareketsiz, sadece kendimi ona bırakıp durdum. İstesem de batmazdım. Yumuşacık bir yatak gibiydi su. Çok konforlu, çok rahatlatıcı.
En sondaki kulvarı seçmiştim yüzmek için. Çünkü geçen gün, etrafına hiç bakmadan yüzen o adamla kollarımız çarpışmıştı. Çok rahat yüzdüm, mola verip dinlendim ve yeniden yüzdüm. Tam çıkmak üzereyken görevli çocuk yaklaştı. Onu başımın arka tarafından gördüm çünkü sırtüstü yüzmekteydim. Kulaklarım suyun içindeydi, elimle bir dakika dedim ve hemen yaklaştım. Sonra şöyle bir konuşma geçti aramızda:
-Kullanıcımızsınız değil mi?
-Evet.
-Gold kullanıcı mı?
-Evet.
-Bu kulvara siz kendiniz mi geçtiniz yoksa yüzmeyi çok iyi bilmediğiniz için mi sizi buraya verdiler???

İşte bunu demeyecekti. Ben suyla öyle mutlu mesut oynarken çok ayıp etti doğrusu! Üstelik yüzme hocam Çiğdem duysa o da üzülürdü. Neyse, o kulvarlar kulüplere aitmiş ve kulüpler de gelmek üzereymiş. Bu yüzden uyarma gereği duymuş.
Yüzerken havuzla denizi karşılaştırdım bugün. Alabildiğine göz alan sularda yüzmek, güzel olduğu kadar ürkütücü de geliyor bana. Bu yüzden, denizi zaman zaman ne yapacağı belli olmayan hırçın bir sevgiliye benzetiyorum. Oysa havuz öyle değil. Onu, o kadar iyi biliyor ve tanıyorsun ki kendini hep güvende hissedebilirsin. 

Biri aşk belki de, diğeri ise sevgi... 

Farkında mısınız; hayat çok güzel:)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder