1 Şubat 2012 Çarşamba

Annelerin "Ergenlik" Travması



                                     Annelerin "Ergenlik" Travması 
                                                        Gülistan Sinanoğlu


Dokuz ay karnında taşıyor ve ruhen ona bağlanıyorsun. O dokuz aydan önceki hazırlık dönemini de sayalım. O esnada bile hayal edip hayalini seviyorsun. Onu ruhunda taşıyor, olmayan bir şeyi seviyorsun.  Sonra hamile kaldığını öğrendiğin anda büyük bir heyecan fırtınası yaşıyorsun. İçinde bir varlık var, bu en büyük mucize, inanılmaz bir şey hatta. Ultrasonda, o biçimsiz görüntüler veren alette bir şeyler görebilmek ve ona dair bir iz bulabilmek için çabalıyorsun. O şekilsiz şeye karşı anlatılmaz hisler duyuyorsun. Dünyaya gelme anı yaklaştıkça heyecanın artıyor. Hep hayal ediyorsun. Gözlerini saçlarını, ellerini, her şeyini hayalinde canlandırmaya çalışıyorsun. Onu nasıl seveceğini daha doğmadan biliyorsun.

Sonra, bir mucizeyi andırır şekilde onu dünyaya getiriyorsun. Birçok canlının doğurabiliyor olması aklına bile gelmiyor. Sanki bunu sadece sen yapmışsın gibi gurur duyuyorsun. İçinden çıkan minicik bir canlı. Sana bakamasa, ellerini tutamasa bile muhtaç olduğunu biliyorsun. Ona her bakışında şükür ve dualar ediyorsun. İlk emzirişin, ilk banyosu, ilk maması... hepsi de kayda geçsin, hiç unutulmasın istiyorsun. Sonra büyüdüğünü hayal etmeye başlıyorsun. Bir kerecik bana baksa, bilerek baksa, bir kerecik elimi tutsa diyorsun. Meleklere gülümsediğinde sana gülümsedi zannediyorsun.

Yavaş yavaş büyüyor. Ama hep sana bağlı. Sen onun her şeyisin, o da senin. Vücudunun bir uzantısı hala. Zaten o da seni öyle görüyor. Ayrılmaz, ayrılamaz iki parçasınız. Bunu hem onun hem de senin hissediyor olmanız ise ayrı bir mutluluk. İlkleri hep seninle yaşıyor. Seninle ağlıyor, seninle gülüyor. Her anne deyişinde binlerce anne dökülüyor dudaklarından. Daha doğrusu sana öyle geliyor.

Seve seve, öpe okşaya büyütüyorsun..  Ayrı olduğun anlarda bile her "anne" sesine dönüp bakıyorsun.. İçinde hep. Bazen bir sızı bazense mutluluk. Çünkü ona dair endişeleri hep taşıyorsun, hayatın boyunca da taşıyacaksın.  O da sana aynı derecede bağlı. Sensizlikten korktuğunu hem sözleri hem de davranışları ile dile getiriyor.

Ve gün gelip o başkalaşmaya başlıyor. Hani o "ergenlik" denen dönem geliyor. Eski halleri yok artık. Sen onun gözünde ikinci plana düşmüşsün. O hiç tanımadığın arkadaşları senden önce gelmeye başlıyor. Tanımadığın, belki tanıyıp da sevmediğin, onaylamadığın.. Ama senin onayın da önemli değil artık. En kıymetlinin kıymetlileri onlar şimdi. Senin değil onların fikirlerini önemsiyor. Hatta zaman zaman seni çağ dışı bile buluyor. O, sana bağlı, vücudunun bir parçası, ayrılmaz bir uzantısı gibi davranan biricik varlık yok artık. Onun yerine bağımsız davranmaya çalışan, senden koptuğunu hissettirmek isteyen bir yeni insan gelmiş.

Kabullenemiyorsun.
Anlayamıyorsun.
Bir anlam veremiyorsun.
Çabaların geri tepiyor.

Aslında o, yaşadığı dönem gereği böyle davranıyor ama aranızdaki o kutsal sevgi bağı bozulmuş gibi...

Uzmanlar onun bunalımda olduğunu söylüyor ama ya sen? Senin bunalımını kimseler bilmiyor. Hep gençlerin ergenlik döneminden ve bu dönemde yaşadığı bunalımlardan söz ediliyor.

Peki ya sen? Atlatabilir misin kolayca bunu?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder